Derenin kenarında duran oğlum, elindeki tahta kayığı dikkatlice suya bırakıyor, arkadaşlarının peşine takılıyor. Sonra, rengârenk yelkenler ve parlak çizmelerden oluşan bir geçit alayı gibi duran arkadaşlarının peşine takılıyor, hep birlikte kayıklarını iplerinden tutup çekerek dere kenarında dolaşıyorlar.
Çocuklar arada sırada arkalarına dönüyor, onları izleyen ailelerine gururla gülümsüyor.
Oğlumun gittiği anaokulunda, öğretmenler,  anne babalar ve çocuklar, okulun arkasındaki korulukta, denizcilikle ilgili özel bir gün olan Regatta Günü’nü kutluyoruz. Çocuklar haftalardır bu proje üzerinde çalışıyorlar. Kendilerine tahtadan kayıklar yaptılar. Kayıklarına ipler ördüler, yelkenlerini boyadılar ve diktiler.
Bu sırada bir şeyler ortaya çıkarmayı, kalıpları uygulamayı, sabırlı olmayı, hataların ve zorlukların üstesinden gelmeyi, sayı saymayı ve sıralamayı, gerektiğinde yardım istemeyi öğrendiler. Küçücük ellerini ve parmaklarını daha iyi idare etmeye başladılar.
Bütün bunları yapıp öğrenirken herhangi bir alıştırma kâğıdı ya da flaş kart kullanmadılar, bir kelime dersi için minicik sıralarında oturmadılar. Oğluma okulda ne yaptıklarını ne zaman soracak olursanız, “oyun oynuyoruz” der.
Çok haklı. Oğlum bütün gün oynuyor ve uygulamalı alıştırmalar yapıyor ama bu onun ciddi olarak bir şeyler öğrenmediği anlamına gelmiyor. Oğlumu, Fred Rogers’ın meşhur ifadesiyle, oyunun çocukluk döneminin en önemli işi olduğunu düşünen bir okula göndermeyi tercih ettim. Çocuklar burada koşarak, bir şeyler inşa ederek, hayal kurarak, tırmanarak, hikâye anlatarak, keşfederek, rol yaparak ve şarkı söyleyerek öğreniyorlar. Daha sonra onlar için çok önem taşıyacak akademik becerilerin temellerini böyle atıyorlar.
Kuralları önceden belirlenmemiş bir şekilde, eğlenerek oyun oynamanın, tıpkı erken çocukluk eğitmeni Erika Christakis’in “Küçük Olmanın Önemi: Okulöncesi Çocukları Yetişkinlerden Ne Bekler” kitabında belirttiği gibi,  küçük çocukların yetişkinlerden görmeyi hak ettiği en temel şeylerden birisi olduğunu toplum olarak giderek unutuyoruz. Christakis, “Oyun insan kavrayışının, duygusal sağlığın ve sosyal davranışların yapı taşıdır” diyor. “Oyun belleği geliştirir, çocukların matematik problemlerini zihinden çözmelerini, dürtülerini kontrol etmelerini ve giderek daha karmaşık cümleler kurmalarını sağlar.”
Araştırmalar, anaokullarının artık yeni birinci sınıfı (hatta ikinci sınıf) haline geldiğini, Amerika’daki pek çok okulda teneffüslerin kalktığını ve anaokullarının gittikçe, çocukların zamanlarının büyük bir kısmını sıralarında oturup “çalışmalarının” beklendiği yerlere dönüştüğünü gösteriyor. New York Times’da bahsi edilen yeni bir araştırmaya göre, çocuk eğitimindeki bu şekilde “zorlu” akademik yaklaşım çocuklar için daha iyi olabilir. Araştırmaya göre, anaokulunda akademik bir yaklaşımla eğitim alan çocuklar, oyun temelli anaokullarını bitiren çocuklardan eğitim açısından iki buçuk ay ilerideler.
Bence bu çok normal ama aileler bu araştırmanın sonucundan çocuklarını “zorlu” bir akademik yaklaşımda eğitim veren anaokullarına göndermeleri gerektiğini düşünmemeli. Çocuklar okuma yazma, sayılar ve matematiksel kavramlar hakkında doğrudan eğitim aldıklarında, sınavlarda bu becerilerle henüz tanışmamış çocuklara göre daha yüksek notlar alacaklardır. Bununla birlikte bu araştırma bu tip programların sadece kısa dönemdeki etkilerini ölçüyor, anaokulundan sonraki kazanımları ölçmüyor.
Yapılan başka araştırmalarsa, öğretmen yönlendirmeli akademik eğitime bu kadar erken yaşta maruz kalmanın uzun vadede çocuklar üzerinde olumsuz etkileri olabileceğini ortaya koyuyor. Örneğin “akademik” anaokullarına devam eden öğrencilerle, çocuk inisiyatifindeki, oyun temelli anaokullarına devam eden öğrencileri yıllarca izleyip karşılaştıran başka araştırmalar ise, çocukları biçimlendirilmiş eğitimle gelişim düzeylerine göre fazla erken yaşta tanıştıran aşırı akademik anaokulu eğitim yaklaşımı sonucunda, çocukların gelişiminin uzun vadede yavaşlayabileceğini ortaya koyuyor. Çocukları fazla küçük yaşlarda zorlamak, çocuklar ilkokula başlayıp daha özgür düşünmeleri beklendiğinde ya da kendi öğrenme süreçlerinin sorumluluğunu aldıklarında geri tepebilir.
Tennessee’de yapılan bir başka araştırmada ise, akademik anaokullarına devam eden çocukların, anaokuluna hiç gitmeyen akranlarına göre daha hazırlıklı olduğu ortaya kondu. Bununla birlikte, ikinci sınıf itibarıyla, bu okullara gitmeyen çocuklar daha iyi performans gösterdiler. Anaokuluna giden öğrencilerin okula yönelik daha olumsuz tavırları ve kötü çalışma alışkanlıkları vardı. Bu çocuklar bıkmış olabilirler miydi acaba?
Tamamen rekabete dayalı, çok hızlı tempolu bir dünyada yaşıyoruz. Ebeveynler her zaman meşgul, sürekli olarak onlara zaman kazandıracak yöntemler ve çabuk çözümler peşinde koşuyorlar. Hiçbirimiz çocuklarımızın geride kalmasını istemiyoruz.
Ama çocuk gelişiminde işler böyle yürümüyor. Çocuklarımızın beyinlerini daha fazla, daha hızlı ya da yetişkinlerin minyatürü bir tarzda öğrenmeye zorlayamayız. Erken çocukluk eğitimcisi ve savunucusu Amanda Morgan, küçük yaşlardaki oyunu bir evin temelinin atılmasına benzetiyor. “Öğrenmenin temelleri oyun ve deneyimle atılır, bunu gözden kaçıramayız. Zorlayıcı bir müfredat çocukların ilerlemesini sağlamaz, bu sadece öğrenmenin temellerinin atılmasının göz ardı edilmesi anlamına gelir.”
Okulöncesi çağındaki çocukların günlerini sıralarında oturup alıştırma kâğıtlarını doldurarak geçirmemeleri gerekiyor. Çocukluk dönemi böyle geçirilemeyecek kadar önemlidir.
https://www.egitimpedia.com/cocuklar-oyun-oynamalarina-izin-veren-anaokullarini-neden-hak-ediyorlar

Arkadaşlarınızla paylaşın!